“Kara” isminin sırrı nedir? Çocukluğumdan beri “Ankara” adı nereden gelmiş merak ederdim. Çünkü ben baba tarafından KaraHisar Köylüydüm. Ankara’da doğmuştum. “Neden ‘kara’ gibi karanlığı çağrıştıran bir kelime ile her şey isimlendirilir ki?” diye düşünürdüm. Sümerlilerde kendine “karabaş” derlermiş. Kur’an’da “Ka” ve “Ra” harflerinin birleşimi ile başlar.
Bize, okullarda Mısırlıların Anadoluya saldırıp daha sonra yenilip kaçarken gemi çapalarını Ankara’da bıraktıklarından ötürü “Anchor” kelimesinden türediği anlatılmıştı. Hangi ordu yüzlerce kilometre çok ağır gemi çapalarını yanında götürür ki? Ve hangi ordu tüm malzemelerini toplayıp dönmesi için en gerekli malzemelerden biri olan çapayı almaz ki? Anlaşılan bu hikaye de bir gerçeği karartmak için uydurulmuş hikayelerden biriydi.
“Anka-Ra” kelimesi… “Ra’nın (Işığın) ruhu veya onun yansıması” demektir… Anka kuşu da “Kutsal Ruh’un kuşu” manasına gelmektedir.
Bazı kelimeler Türkçe’de “Kara” yani “kutsal ruh” kelimesinden türemiştir.
Karı, (yağan) Kar, (ticari) Kar, Kuran, Karen, Kur, Kerim, Kura…
TARİHTE “KARA”
Lâtince “carus” veya “karo”, “sevgili” veya “değerli” demektir. Faziletli, yüksek meziyetlere sahip olan… Bir zamanlar Roma Hristiyanları “Caritas” ismini çok kullanırlarmış. İspanyollar “Caridâd” ve İsveçliler “Karita” derlermiş. Bu arada Makedonya’nın kutsal şahsı Terasa Nine’nin üstlendiği misyon da Batılılar tarafından “caritas” olarak adlandırılırmış. Budist gelenek ve Pali dilinde “kara”, karakter anlamına gelirmiş. Karakterli, yani, “…gibi olan” veya “…şeklinde davranan”… “Su” ön takısıyla birlikte geldiğinde, örneğin “sukarita” kelimesinde olduğu gibi, “doğru”, “iyi davranış” manası çıkarmış ortaya. Kimi bilim adamları “caritas” kelimesini Greklerin “cha ris” terimine bağlıyorlar ve “üstün zekâlı”, “akıllı”, “Tanrının kendisine yüksek meziyetler bahşettiği kişi” olarak anlıyorlar.
George Smith isimli bir bilim adamı Sümer çivi yazısından onun adını “Kara Kardaş” olarak okumuş ama galiba herkes aynı fikirde değil… Rev. Sayee çivi yazısını “Kara Mu radaş” biçiminde değerlendirmiş. Anlamı “tanrı Muradaş’ın” veya “Bel’in hâ dimi” demek… Bu okuma anlamlı gözükmüyor… Fakat Sayee’nin “kara” sözcüğünün “hâdim” anlamında değerlendirmesi ilginç… “Kara, hâdim” veya “hizmetçi” demek… Veya “tanrının ismini yükselten kişi…” Tanrının gâyesi uğrunda krallık yapan… Onun irâdesini ve mesajını yükselten… Kara’ya bağlıyım, amacım ve hedefim Kara’dır. “Gâyem, İlâyı Kelimetullâh (Kara) ile Nizâm-ı Âlemi kurma davasıdır.”
Hindistan’ın kutsal kitabı Rig Veda’da “Kara” sözcüğünün Rig Vega’da yer aldığını görüyoruz. “Başarılı an” anlamına geliyor… Kara, “abhika” demek veya “an denen zaman diliminin etkin kullanılması”… Kara, Cennet ve Dünya için Güneş ve İndra’nın birbiriyle kavga etmeleri anlamında… Veya kara, “ihtiyacı olan kişilere yardım etmek” demek… Semâvî nitelikteki “Baba” ile kızı olan “Gün Batımının” anlık olarak bir araya gelmesi veya birbirine kavuşması… Yani tevhit… Kala, Kara veya Abhika aynı şey demek… Zaman’a işaret ediyor… Varlığın yaratıldığı İlk Zaman’a… Yani Heyulâ-i Evvel’e… An’ın “birden bire yaratılmış olmasına”… Tanrının evreni yarattığı o ilk zamana…
“Om-Kara” diye bir kelime var. Hint dilinde kutsal bir sözcük… Kutsal bir ses… Veya kutsal bir simge… Atman-Osman adlı “içsel ruha” (nefse) veya “Brahman” adlı “İlâhi gerçekliğe” (tanrıya) işaret ediyor. Hintlilerin kutsal metinlerinin hemen başında veya sonunda bu sözcük yer alıyor. Veda’ları okumaya “Om Kara” diye başlıyorsunuz ve okumayı sonlandırdığınızda her zaman “Om-Kara” sözcüğüyle tasdik ediyorsunuz. Om-Kara, “Zamanı O yarattı” veya “Zamanın sahibi O” anlamında… “Om-Kara” terkibi “Aum-Kara” veya “Om-Hari-Om” şeklinde de okunuyor. Aum’un A’sı A-Kara, U’su U-Kara ve M’si Mâ-Kara demek… Anlamları; yaratılış, koruma, çözülme ve teslim olma… Bir tür zikir… Derin gerçekliğe dalma veya “Oluş”un künhüne vâkıf olma anlamında… Latincede bunlara “mantra” adı veriliyor. Acıları, üzüntüyü ve kederi giderdiği iddia edilen bu tür bir mantra örneğini Youtube’a koymuşlar üç saatten fazla sürüyor… On dakikadan sonra uykunuz gelebilir… Gerçekliği yakalamak, gerçeği anlamak veya derin bir tefekkür deryasına dalmak için belki dinlemeyi düşünebilirsiniz… Oom-Hari-Oom… Aum-Kara Oym… Aym-Kara’ yımm… Ay’em Kara’yımm… Ben Kara’nın ruhunu taşıyan…
“Tirsan-Kara” bir diğer kavram, Tirsan-Kara (Tirthan-Kara )… Erişilmesi çok zor olan bir statü… “Tam aydınlanmış” yani “İnsan-ı Kâmil” olmuş kişilere verilen unvân. Milâttan önce 2000’li yıllara çıkıldığında dahi “Tirsan-Kara” adı verilen kişiler var. Mezopotamya’da peygamber Hz. İbrahim’in topraklarında ve Hint ülkesinde “Tirsan-Kara” adı verilen ermişler… Bunlar “ölüm ötesi” ile “hayat” arasındaki köprüyü kuran kişiler… Veya insanlara “geçit yerleri” inşa edenler… İnsanların “acı okyanusunu” geçmelerine yardım edenler… Tirsan-Kara’lar Budizm ile aynı zamanda gelişen Canizm dîninin peygamberleri, ermiş insanları… Canizm dîninin mensupları onları peygamber olarak görüyorlarmış… Fakat bizim inancımızda yerleri yok… Canizm’in kurucusu olan Mâ-Havira’nın yirmi dördüncü ve son Tirsan-Kara olduğuna inanılıyormuş. Tirsan-Karalar ve sürekli onu zikrediyorlarmış. Tirsan-Karalar tanrı değiller ama tanrıya ulaşmak için vasıta olarak görülüyorlar… Tirsan-Kara, maddî Dünya’dan kopup Nirvâna’ya ulaşan kişi…Ruhunu özgürleştirebilen… Tirsan-Kara felsefesinin Hindu geleneğinden alındığına inanılıyor ve aynı zamanda Krişna ile ilintili olduğuna… Tirsan-Kara sözcüğü Latince’de “Tirthan-Kar” veya “Tirthan-Kara” şeklinde yazılıyor. Bizdeki “Hünkâr” sözcüğüyle âlâkalı gibi… “Tanrıyla görüşen Kral” anlamında… Hünkâr, “Hânı-Kara” demek… Yani “Kara” adı verilen tanrı ile bir şekilde bağlantılı olan… Hint dünyası, Ortadoğu ve Orta Asya toplumlarından farklı olarak kendine özgü bir kara felsefesi geliştirmiş. Özü ulûhil, fakat görünümleri diğer toplumların kara’larından oldukça farklı… Hâ-Ukara, Hâ-İkara, Atha-Kara, Ha-Kara, İ-kara, U-Kara, E-kara, Ohâya-Kara, Hin-Kara…
“Kara” Kelimesinin Anlamları: Kara, İbâdet veya sâlih amel demek… Karaka; Dini görevlerini yerine getiren kişi… Karu; Şâir. Kari; Kara demek… Veya Kala… Veya Kala’nın dişil olanı… Kala zaman’dır…
Kara Hanlar veya Kara Krallar Hanlara, liderlere veya krallara “kara” unvânının yakıştırılması ne zaman başladı bilmiyoruz. Milâttan önce 3200’lü yıllarda “Kauravas” isimli bir liderden söz ediliyor. Ataları “Kuru” veya “Kara” lâkaplı bir soydan geliyormuş. “Kaura Vas” kelimesini “Kara-Baş” şeklinde okursak çok da yanlış olmaz. Afganistan ve Hindistan topraklarında milâttan önce 3000’li yıllarda eğer “Kara-Baş” kelimesiyle karşılaşıyorsak Etopya’yı, Somali’yi, Mısırı, Sümerleri ve İndus Vâdisi’ni tümleşik düşünmek zorundayız demektir. Hintlilerin meşhur kutsal kitabı “Muhâverât” veya “Konuşmalar” büyük ölçüde o vakitler “Kara-Baş” olarak anılan bu liderin yaptığı savaşı anlatıyormuş.
Brahma: Evrenin veya her şeyin yaratıcısı… Kerâi için karâi okuyan tanrı… Batılılar bu şifreyi çözememişler. Ben söyleyeyim, “Kara için okumalar yapan tanrı” demek… Veya “Kara için okumalar yapan Avatar, Elçi”… Ve onun kara ile gerçek bağlantısı şuradan geliyor. Her zaman sırtına siyah antilop derisinden yapılmış bir elbise giyiyor. Belki siyah tenli değil, ama siyah giyiniyor, Kerâ’ya Kara okuyor… Tanrı veya tanrının yeryüzünde tecessüm etmiş hali…
Karuna Dişisel tanrı… Şefkat ve merhâmet sahibi… Bizi besleyen ve büyüten kutsal ana… Her zaman rahatlatan ve seven… Affeden… Ayırım gözetmeden sevgisini veren, gerektiğinde fedakârlık yapan, koruyan… Cefâyı, ıstırabı bütün insanlardan ve yaratıklardan gidermeyi amaçlayan… Bu gâye ile yaşayan… İyileştiren, tedavi eden… Derman sahibi… Karuna, “karu ana” demek veya “kara ana”… Karûna, MÖ 500’lü yıllarda ortaya çıkan Budizm inancıyla ilgili. Budistlerin süslü resimlerle allayıp pullayarak pazarladıkları bir kavram… “Kişileştirilmiş tanrı” inancına sahip değiller ama “karuna” kelimesinin anlamını değiştirerek belli bir inanç sistemi oluşturmayı başarmışlar. Hindistan’da, MÖ 3000’li yıllarda yaşamış “Krişn”a adlı bir avatar var. Yani, “tanrı temsilcisi”… Tanrının Dünya’daki enkarnasyonu…[1]
“NALLAHAN” İSMİNDE GİZLİ ANLAM
Ankara’nın en batısında yer alan, Karadeniz’e ve Bolu’ya komşu güzel ilçelerinden birisidir Nallıhan. Eski adı “Karahisar” beldesidir.
Eskiden Mısır Valisi olan daha sonra Osmanlı Veziri olacak Nasuh Paşa Osmanlı-İran Antlaşmasından İstanbul’a dönerken bugünkü Nallıhan ilçe merkezinin bulunduğu yerde, atının nalı düşmüş ve konaklamıştır. Bir vadi içindeki bağlık, bahçelik ve ormanlık bu alan çok hoşuna gitmiş ve buraya kırk odalı bir han, bir hamam ve bir cami yaptırmıştır. O günden itibaren Nallıhan ilçe merkezi burada gelişerek büyümüştür. Halk Nasuh paşaya olan sevgi ve teşekkürünü ifade etmek için uğurlu geldiği düşünülen düşen nalı hanın kapısına asarlar ve ilçenin adı o günden sonra “Nallıhan” diye anılır. Ancak yerel halkın diline bu kelimeyi söylemek zor geldiğinden tüm bölge halkı ve biz de dahil “Nallahan” olarak söylemeye devam etmekteyiz. Memleketim olan bu beldeye yaptığı hizmetten ve adını duyurmasından ötürü kendisine Selam olsun. Allah benim de doğum günüm olan 5 Ağustos’da ona Osmanlı Sadrazamı olma görevini lütfetmiştir.
Ahmed Yesevi’nin talebesi olan Taptuk Emre; Yunus Emre ve hocası Taptuk Emre bu beldenin köyündeki dergahta ermiş ve uzun yıllarını Nallahan’da geçirmişlerdir. Yetiştirdikleri diğer alimler Nallahan’ın bir çok köyüne yayılmış ve buralarda türbeleri bulunmaktadır. Taptuk Emre’nin kızı Bacım Sultan türbesi de Bağder’in yakınında Tekke köyündedir.
Nallahan ismi “N – ALLAH-HAN” olarak düşünülürse “N (bilinmeyen-gizli)”, “ALLAH HAN” olarak okunabilir. Yada “N-ALLAH-AN” olarak düşünülebilir. Allah Teala her şeyi en güzel şekilde isimlendirendir.
Hoca Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş Veli’ye:
“Sen de Anadolu’ya (Rum diyarı: Roma ülkesi) yönelesin. Orada sermest hak dostları ve gerçekler çoktur. Doğru meşrepler ve silsileler Muhammed Ali’ye çıkar. Amma yol bilmezler. Seni rum erenlerine baş kıldık.” diyerek onu Anadolu’ya gönderir.
Anadolu’da elbette Hacı Bektaş’tan önce de dervişler vardı. Onların üzerine başkan olarak gönderildi, Hacı Bektaş. Derledi, düzenledi ve yaygınlaştırdı.
Hacı Bektaş-ı Veli, Taptuk Emre’yi yetiştirip Nallahan’a tayin etti. Sonra kendisine gelen Yunus Emre’deki istidadı görüp onu Nallahan’a Taptuk Emre’ye gönderdi. Yunus Emre’nin tam 40 yıl dergaha odun taşıdığı söylenir.
Hacı Bayram-ı Veli de, padişahın Edirne’de sarayın ve Edirne halkının mürşidi olarak kalma davetini reddedip, Ankara’da kalmak istediğini söyler ve Ankara’ya yerleşir.
KARAHİSAR KÖYÜ SIRLARI
Köyüm Hakkında Genel Bilgiler
Eskişehir-Nallıhan yoluna 8 km. mesafede, ilçeye uzaklığı 29 km. olup, 46 nüfusludur. Köy adını “Karahisar Kayası” denilen ve üzerinde sur kalıntıları bulunan, oldukça dik ve sarp kayadan almıştır. Geleneksel mimarinin korunduğu köyde bulunan eski ahşap cami ve minaresi yıkılmak üzeredir. Yeni cami yapılmıştır. Orman köyüdür.[2]
Ankara iline 181 km, Nallıhan ilçesine 19 km uzaklıktadır. Karahisargölcük köyü Ankara Nallıhan ilçesine bağlı bir köydür. Köyün ilk yerleşimi MÖ.4. ve 3.yüzyıllarda Frigyalılara aittir.
Köyün toprakları Bizanslılardan sonra sırası ile Selçuklular, Danişmentliler, Candaroğulları ve (Osman Beyin kısmen) Orhan Gazinin bölgeyi (Nallıhan’ın tamamını) fethi ile birlikte resmen Osmanlılar yönetimine geçmiştir ve Nallıhan’a bağlı bir köy olarak Nallıhan ile birlikte zaman içerisinde önce Bursa sancağına ( Bursa Osmanlı başkentidir) daha sonra Ankara’nın fethi ile birlikte Ankara sancağına bağlanmıştır.
Geride verimli bahçeler olan Yanışlar ve Bağman bahçelerini bırakmışlardır (Bölgenin bağ ve bahçelik olması ve orada o dönemde zengin bir beyin de bağ beyi bulunması nedeniyle “Bağman” denilmiştir.) O tarihlerde “Yanışlar” mevkinde birkaç Ermeni ailelerin bulunduğu hatta orada bir de toprak çömlek fırını bulunduğu bilinmektedir. Günümüzde sadece kalıntıları görülebilmektedir.
Köyün bugünkü yerinde, orta mahallesinde bir kayada (bu kaya evimize bitişik duruyor ve iki bahçesinin arasında kalıyor) Bizans ve Roma dönemine ait kaya içine oyulmuş oda ve kapısında kabartma izi vardır ve bugün bile rahatlıkla görünmektedir. (Bu kayanın resimlerini aşağıda görebilirsiniz. Hilal ve yıldız şekilli bir kabartmadır) Buradan da anlaşıldığı üzere köyün şu an bulunduğu yerin tarihi MÖ. öncesine dayanıyor. Köyün altında büyük bir şehir bulunduğu söylentiler arasındadır.
Köy halkının önemli bir kısmı Osman Gazinin emriyle köyü kuran ve yerleşen Oğuzların Kayı boyu Karakeçili aşiretinden Türkmen-Yörük taifesindedir. Köye daha sonraları birkaç aile ve yine 1850’li yıllarda dönemin padişahının emri ile konar göçer göçebeler yerleşik düzene geçmiş ve köye de birkaç göçebe aile katılmıştır.
Daha öncelerinde ise ipek yolu ticareti yapan kervanlar ve krallar Bolu-Göynük yolunu kullanmadı ise büyük İskender ve tarihçi Marco Polo bu güzergahı ( Nallıhan-Karahisargölcük köyü Gölpınarı mevki – Demirköy yolunu ) kullanmıştır. Köy içindeki kayaya oyulmuş mağara ve kapısındaki tarihi kabartma yazı köy mezarlığının yanındaki kayalık tepenin üstündeki eski kral mezarı buna delil sayılabilir. (MÖ. köylerdeki en yetkili kişilere kral denirdi). Bugün bildiğimiz gibi sadece bir ülkenin değil birkaç yüz kişiyi de yöneten kişi aynı zamanda o bölgenin de kralıdır. (Kent devletleri gibi)
Köyün tarihi yerleri Yanışlar mevkiindeki sivri kaya, bir şehir efsanesi olan gelin kayaları (gelin alma alayına benzediği için), Gökçekaya barajında balık avı, sular çekildiği zaman kalenin burçları, köy içinde ne zaman yapıldığı bilinmeyen kaya içine oyulmuş mağara ve kapısındaki kabartma yazı (köyümüz içinde bulunan kaya mezarının üçgen alınlıklı kabartması) vardır. Kaya anıtın hemen altında dikdörtgen kapı ile girilen 2×2.5 m ölçülerinde Frigya dönemine ait ait mezar odası mevcuttur. Kayaya oyularak yapılan mezar odası, dikdörtgen planlı basık beşik kemer çatılıdır -kaynak 2006 A.E.- hangi zamana ve kime ait olduğu bilinmeyen mezarlık yakınındaki kayalık tepenin üstündeki kral mezarı, mezarlık içinde tarihi Osmanlı mezar taşları vardır.[3]
[1] Hümer Şencan; KARA