ALLAH CİSİMDE TECELLİ EDER Mİ? (1. Kitap 10. Bölüm)

Zaten Allah cisimden (görünen alemden) başka nerede tecelli eder ki? Görünen, görünmeyenin aynasıdır. Her mana şekil bulmak istediği gibi, her ruh da bir bedende temaşa etmek ister. Ortaya çıkmak istemeyen hiçbir sır olmadığı gibi, canlanmak istemeyen hiçbir hayal de yoktur.

Allah cisimde tecelli eder mi? Zaten açan çiçekte, parlayan yıldızda ve her varlıkta tecelli eden ondan başka ne var ki?

Bazıları “tecelli eden o değil, onun sıfatlarıdır” derler. Bunun manası şuna benzer. Bir tasarımcı bir robot yapar ve o robotu insanlara gönderip, onun dilinden, uzaktan konuşur. Tasarımcı o robotta tamamen olmasa da belli özellikleri ile görünmüştür. Elbette robot tasarımcı değildir, ama tasarımcı o robotta dilediği kadar tecelli etmiştir. İşte Allah’ın peygamberlerdeki tecelliyatı da bunun gibi yada daha da fazlasıdır.

Öyleyse tecelliyatın dereceleri vardır ama tüm kainatta olan şey, Allah’ın tecelli etmesi, kendini göstermesinden başka bir şey değildir.

Peki bir insanda Allah nasıl tecelli eder? Yine aynı şekilde belli mertebe ve ölçülerle dilediği kadar… Bunun sırrı ve ölçüsü Kuran’da saklıdır.

A’râf Suresi 143. Ayet

Musa, tayin ettiğimiz vakitte gelip Rabbi onunla konuşunca Rabbim demişti, bana görün de bakayım sana. Rabbi, beni kesin olarak göremezsin sen demişti, fakat şu dağa bak, eğer yerinde durabilirse görebilirsin beni. Derken Rabbi, dağa tecelli edince dağ, yerle bir oldu ve Musa bayılıp yere yığıldı. Kendisine gelince de seni noksan sıfatlardan tenzih ederim dedi, tövbe ettim sana ve ben, inananların ilkiyim.*

Bu ayette “tecellâ rabbuhu lilcebeli” ibaresi geçer. Yani “Rabbi dağa tecelli etti.” Tecellinin anlamı “açığa çıkmak, görünmek” demektir. Yani “Rab” sonsuz olan, dağa tecelli edip kendini gösterdi. Sonsuzluk dağa aksetmeye başlayınca; sınırlı olan sonsuz olanı kaldıramadı. Mekan parçalandı ve o aksin şiddetini gören Musa baygınlık geçirdi.

Ayette kesin olarak Allah’ın görülemeyeceği belirtilir. O bir dağa bile tecelli edip görünse, o dağ muhakkak yok olur. Bunu kanıtlayan bir diğer ayette;

Şura 51;

Allah, bir insanla ilham yoluyla[1], perde arkasından[2] veya tercih ettiği şeyi kendi izniyle içine fısıldasın diye elçi gönderme dışında bir yolla konuşmaz[3]. Yüce olan ve doğru kararlar veren O’dur.*

Yani Allah, bir beşer yani insanla asla ona yüzünü aslolan haliyle gösterip konuşmaz. Dünyada ya da ahirette beşer sıfatını taşıdığım sürece bu gerçekleşmeyecektir.

Anlatılan hallerin hiç birinde karşılıklı yüz yüze ibaresi geçmez. Hiçbir beşer Allah’ı görerek onunla konuşamaz yada Allah’ı göremez. Çünkü o zaten sonsuzdur ve her yerdedir. Asıl hali sonsuz enerji, yerlerin ve göklerin sonsuz ışığı olduğundan insan gözü onu idrak edemez. Allah Kuran’da kendini yerlerin ve göklerin nuru yani ışığı olarak tarif etmiştir. Gerçekten de ışık havada yada boşlukta görünmez. O ışık ancak bir cisme çarpınca kendisini gösterir. Aslında biz hiçbir zaman cismi görmeyiz. Gördüğümüz cisimden çarpıp yansıyan ışıktır. Enerji dalgalarıdır. Allah’ın görünmesi ancak onun nurunun bir cismi kaplaması ve nurun göze ulaşması ile mümkün olur.

Ancak Allah bir perde ardından konuşur ibaresi çok sırlıdır. Çünkü o perde bir insan dili de olur. Buna en güzel örnekler peygamberlerdir. Hatta İsa doğrudan ruhullah ve kelimetullah, yani Allah’ın ruhu ve kelimesi sıfatlarını Kuran yoluyla da almıştır. Allah İsa’nın bedenini perde olarak kullanarak insanlara seslenmiştir. Aslında bakılırsa, tüm peygamberlerde belli derecelerde bu hal gerçekleşmiştir. Ancak bu vahiy ve tecelliyat hali geçince onlar tekrar acıkmaya, susamaya ve insani ihtiyaçlara bürünürler. Çünkü bu özellikleri kendilerinden değil Allah’tan bir hediyedir. O dilediğinde onların bedenlerinde tecelli eder, görünür, konuşur ve dilediğinde onları eski hallerine iade eder. İşte bu halin en güzel anlatımı Nur suresindedir.

Nûr Suresi 35. Ayet

Allah ışığıdır göklerin ve yeryüzünün. Işığının örneği, kandil konan yere benzer, orada bir kandil var, kandil, bir sırça içinde, sırça da parıl parıl parlayan bir yıldız sanki; doğuda da olmayan, batıda da olmayan kutlu zeytin ağacından yakılmış; ateş dokunmadan da yağı, hemen ışık verecek; nur üstüne nur. Allah, doğru yolu gösterir nuruyla dilediğine ve Allah, örnekler getirir insanlara ve Allah, her şeyi bilir.*

Allah bu ayetle sonsuz bir nur olan zatının, bir misbahta yani kandillikte bir sırçayı perde olarak kullanarak görünebileceğini ifade etmektedir. Peygamberimiz as. bu ayeti okuyunca “işte o misbah benim” demiştir. O ilahi nur peygamberden peygambere ve onlardan varislerine akarak dilediği zaman tecelli edecektir. Ancak öyle bir gün gelecektir ki; bu ayetin asıl sırrı ortaya çıkacak ve insanlar yanan bir kandili görür gibi Allah’ı o sırça ile şifrelenmiş bedenin ardından göreceklerdir. O sırça isimli kişi Allah’ın bir yaratılmışı ve kuludur ve Allah’a sürekli namaz kılar ve secdelerle yakarır. Hal böyleyken Allah onun kalbinde ve bedeninde tecelli edecek ve dünyaya onun perde kılarak görünecektir. Bunun delili “Kıyameta” suresindedir;

75:22-23

Vucûhun yevme-iżin nâdira. İlâ rabbihâ nâzira(tun)

Yüzler; O gün parıldar. Rabbine nazar ederler.

Ebu Hureyre (r.a.) diyor ki:

“Bir kısım insanlar: “Ey Allah’ın Resulü, biz kıyamet gününde Rabbimizi görecek miyiz?” dediler. ResuluIIah da “Siz, ayın on dördünde ve altında bulut­ların bulunmadığı bir anda ayın görülmesini tartışır mısınız?” buyurdu. Onlar, “Hayır, Ey Allah’ın Resulü,” dediler. Resulullah: “Altında bulutların bulunmadı­ğı bir anda güneşin görülmesi hususunu tartışır mısınız?” buyurdu. “Hayır!..” de­diler. Resulullah: “İşte siz, Rabbinizi böylece göreceksiniz.” buyurdu. (3)

Allah’ı gören dağ paramparça olurken, insanlar ona nasıl nazar edebilirler. İşte ayette ve hadislerde çok ince bir şekilde Allah kelimesi yerine Rabbine diyerek görünenin Allah’ın insanoğluna Rab atadığı bir beden olacağını üstü örtülü anlatır. Rab deyince hemen ilmi eksik olanlar çıldırmasın. Çünkü Arapça’da Rab efendi demektir ve günlük hayatta insanlar ve iş verenler, köle sahipleri için bile sıkça kullanılan bir kelimedir. İşte o Rab yani efendi; Allah’ın peygamberinden de öte olan “seçilmiş olan kral; halifedir”. Allah’ın vahyi ile peygamber gibi, Allah adına konuşur. O’nun nurundan bakan yüzler bile ışıldayacaktır. Çünkü yüce ve kendisinden başka ilah olmayan Allah onda bir sırçanın içinden parlar gibi parlayacaktır.

“Yere ve göğe sığmam, fakat mü’min kulumun kalbine sığarım.”

Hadisinin sırrı ortaya çıkacaktır. Onun bir sırrı da Mümin suresinde gizlidir.

Allah’ın sırça bir lamba içinde tecelli edeceğini söyleyen kimselerin; sırça bir lambadan daha üstün olan; Allah’ın sadık bir kulunun kalbinde tecelli edeceğine inanmıyor olmaları, haset ve kıskançlık hastalığından kaynaklanmaktadır.

KAF 16

Andolsun, insanı biz yarattık ve nefsinin ona verdiği vesveseyi de biz biliriz. Çünkü biz, ona şah damarından daha yakınız.

O zaten insanı tastamam kaplamıştır ve başka bir ayette ifade edildiği gibi “kalpleri iki parmağı arasında tutmaktadır”. Ama bunu dilediğine gösterir.

Hakikatte Nur suresinde sırçadan da bahsetmez. O tecelli edeceği kişinin adını, nesebini ve memleketini Nur suresinin o ayetine gizlemiştir. Yoksa Allah’ın cam bir sırçanın içinde işi ne ola ki? Bu, O beklenen kişiyi gizleyen bir perdedir. Bunu arif olmayan ve aklı yetmeyen yorumlamasın. Kendisine günü geldiğinde izah edilene kadar, anlamadıysa suküt etsin. Anladıysa daha çok suküt etsin.

Rüyasında Hakkı görenler yada Miraçta onu gören peygamber dahi, ancak Allah’ın sonsuz olan aslını değil, onun görünmeyi murad ettiği nurani tecelliyatı ve şekli görmüşlerdir. En yüksek derecede tecelli edeceği o Sırça dahi, Allah’ı aslı gibi göremez bilemez. Ancak kalbinden parlayanın Allah/Nur olduğuna ve işlerin tümünün onun tarafından yaratıldığına şahit olur. O kul bu halde iken kendisi yok olmuştur bir kalp gözü kalmıştır ki, O göz Rabbine şahittir ve onun tecelliyatı ile kelimesiz bir şekilde hayret, hamd ve yüceltme halindedir.

Tasavvuf çok kirletilmiş ehli olmayanların elinde şirk aracına dönüşmüştür. Bir kimse derse ki, “ben mürşidim, ben fena fillah (Allah’ta yok olunan) makamındayım”. Ona muhakkak delili sorulur, ispat edemezse ona itibar edilmez.

Ben Hakkım diyen Hallac-ı Mansur dahi sürekli namaz kılardı ve son arzusu da namaz kılmak olmuştu. Bu halde olan kimselere biat edilmese de, kınamak haramdır. Çünkü sonsuz olanın gelişi sarsıcıdır. O kişinin namaz kılması ve kendisindeki Ruhullah’ın tecelliyat hali geçince iki büklüm Allah önünde korkuya eğilmesi onun beraat belgesidir. Bunun dışında Rahman dilerse kendisini bir ışık olarak yada bir insan suretinde göstererek gökten de inebilir. Dilerse peygamberine de tecelli eder ve dilinden konuşur. Bunlardan dilediğini tercih eder. Allah her şeyi en iyi bilendir. Bu insan üstü haleti ruhiyeleri bizler tefsire kalksak da, kelimeler yetersizdir. Lakin arayış ve soru içindeki insanlara yetecek kadar bilgi verilmiştir.

Muaz b. Cebel (ra) anlatıyor: Bir sabah Rasûlullah … Namazı kıldırdı ve selam verince ‘saflarınızda olduğunuz gibi durun’ buyurdu, sonra bize karşı döndü ve şöyle dedi: ‘sabahleyin beni namazdan alıkoyan şeyi size anlatacağım: Gece kalktım ve gücümün yettiği kadar namaz kıldım ve namazda uyuklamışım, uyanınca bir baktım ki en güzel şekil içerisinde Rabbim Azze ve Celle ile birlikteyim, Rabbim şöyle buyurdu:

-“Ey Muhammed! Biliyor musun, mele-i a’l’â neyin tartışmasını yapıyorlar?”.

Ben de:

-“Bilmiyorum, Ey Rabbim” dedim.

Rabbim:

-“Ey Muhammed! Biliyor musun, mele-i a’l’â neyin tartışmasını yapıyorlar?” buyurdu.

Ben de:

-“Bilmiyorum, Ey Rabbim” dedim.

Bunun üzerine gördüm ki, el (keff)ini omuzlarım arasına koydu, parmaklarının serinliğini göğsümde hissettim. (Semadaki) her şey bana tecelli etti ve onların hepsini bildim. …..(karşılıklı konuşma kısmı çıkarıldı)

…Bundan sonra Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu: “Bu haktır. Onları öğrenin ve öğretin.”. (Ahmed b. Hanbel, 5/343)

SIRLARIN SIRRI

Allah Teala, Hz. Musa’ya yemeğe geleceğine dair söz verdi. Hz Musa şaşırsa da “nasıl olur bu?” diyerek, sevinip büyük bir şölen hazırlattı. Allah ertesi akşam yaşlı bir adamın kalbinde şölene geldi ama ihtiyara kötü davrandılar. Hz Musa Allah’ı göremeyince herkes onu suçladı ve o da Tur dağına sormaya gitti. Allah şöyle demişti;

– Ben geldim ama bana yemek vermediniz.

– Ya Rabbi bir ihtiyar geldi sadece, o da bir kuldu, Allah değildi. Bu nasıl olur? dediğinde Cenabı Allah:

– «İşte ben o kulum ile beraberdim. Onu doyursa idiniz, beni doyurmuş olacaktınız. Çünkü ben ne semalara, ne yerlere sığarım, ben ancak aciz bir kulumun kalbine sığarım. Ben o kulumla beraber gelmiştim. Onu aç olarak geri göndermekle, beni geri göndermiş oldunuz» buyurdu.

Allah kullarına yakın; şah damarından bile daha yakın; bu kadar ne yakın olabilir ki insana? Kalbinden başka. Kalp insanın ta kendisidir. Allah kalpte ise şah damarından yakın olmaz mı? Ama kime yakın; sadece kullarına… Allah demedi mi; benden başkasına kul olma… kaybedersin beni yoksa… Bakmam sana… Kalbini verme bir başkasına, benim gibi güzel bakamaz sana…

Allah’a aşk, kulluk ve zikre boyanmak… kalpte bir taht inşa eder. Ona teslim olmak kalbin kapısını açar. Kişi tevbeyle ve masumiyet elbisesine bürünerek, Allah’tan başka her şeyden vazgeçip kendini kurban ettiğinde; Allah o kalbin tahtına bir nur olarak gelir ve oturur.

İnsan nedir diye hiç düşündün mü? Arapça bir kelime “insan”. Ama eş anlamı “göz bebeği” demektir. İnsanın göz bebeğinden tecelli eder kainat. Kainatın var oluş amacı gözbebeklerinde görünmektir. Göz olmasa neye gerektir ki o? Rabbin gözbebeği insandır. Ondan bir süzgeç gibi geçirir kainatını, ondan geçip yine kendine düşer kainatın manası.

Rabbin kendi gücünü ve güzelliğini bilmesi yeter elbet. Ama başkasının hayranlıkla büyülenmiş ve büyümüş gözbebeklerinde görmek kendini, gücünü, eşsiz yüzünü… kendi kendine bakmaktan daha da güzel hissettirmez mi kendini? İşte budur en güzel seyir hali… ve kulluğun anlamı.

Rab; senin gözlerine senin karşına geçip bakmaz. Bu sınırlı bir bilgi verir. Rab, yüreğine aklına dolarak bakar, kendi yüzüne, senin gözünden. Senin dudaklarınla söyler kendine.. “ne ulusun sen”

O kadar mütevazidir ki O; sen ayağına kapandım zannedersin yere kapandığında, ama o toprak olup, seccade olup sarılmıştır sana.

Bir çok Hak yolcusu ermiş olmak, keramet ile her dilediğine ulaşıp Rab gibi olacağım diye istiyor ermişliği. Hakikatte Rabbe vermek değil gayesi kendini, Rabbi kendine almak, tahtına el koymaktır sanki…

Her dileğim gerçek olsun demek; benliklerin en büyüğü ve küfrün ta kendisi… Allah’ım Senin dileğin gerçek olsun, ben yokum, tüm istediğim senin dileklerin olsun, dileğinin kölesiyim demek; işte kulluk budur. Allah’ı kendine kul etmeye çalışanlar, Rablerini sadece işleri düşünce hatırlar. Kendini kurban etmek, bıçağı boğazına vurmak değildir. Bencil arzularına bıçak vurmaktır. Rabbin istediğini istemektir. Onun adını haykırmak dünyaya ve her şeyini ona vermek kulluk etmektir.

Kalbin tahtından kendini kaldırıp O’nu oturtmak demek; aşık olmaktır. Hiçbir aşık dert eder mi, benim değil sevgilinin dediği oldu diye? Aşığın başı sadece sevgilinin ayaklarına kapandığında huzurludur.

Kalbinde o varken, onunla olduğunu tam anlamıyla bilip hissedersin. Hatta kendi varlığın konusunda şüpheye düşersin. Hiçbir şey istemene gerek kalmamıştır. Çünkü bilirsin ki, sen her şeysin… Kainata bakarsın aşık aşık, merhamet ve sevgidir adın. İçindeki ışığı yücelersin. O ışık olmasa göremezsin cenneti; şekil değil cennetin manada saklandığı gerçeğini…

Allah, nur olmuş, kalbinden, gözünden, alnında parlıyorsa… Keramet arama daha… O gerektiğinde gösterir; eğer gerekiyorsa.. İncitme onu, çünkü keramet oyuncaktır, teslimiyetin gerçekleşmediğinin, her koşuldan razı olmanın sende yerleşmediğinin resmidir. İstediğini belki verir, ama cennetteki elmandan yersin. Sen isteme, bırak o verirse versin. Bir hediye gibi. İstenen şey sınavı ile gelir, istenmeden lütfedilen  şey ise bir hediyedir.

Kulluk O’nun isteklerini yerine getirmektir. O istekler evvela kalbine yazılmış sonra da kutsal kitaplardadır. İyi kalpli, cömert, güler yüzlü ve adil olmak insanlara… Rabbine günde 5 kez secde etmek ve en sevdiklerinden yolunda harcamak farzdır. Bunları yapmadan, Rab kalbime baksın, bilir o içimi demek, kendini kandırmaktan ibarettir. Çünkü hangi sevgili gelmez ki; secdeye davet edildiğinde… Günde 10 dakika olan bir hatırlamaya kim çok der ki? Kazancının %10’undan vazgeçmek kimin hayatını yıkabilir ki? 10 zeytin yerine 9’u kimi aç bırakır ki? 10 gümüşlük bir at yerine 9 gümüşlük bir at kimi yolda bırakır ki? Bunu bile yapmakta zorlanıyorsa bir kişi; Rabbine nasıl; malın onda biri kadar olsun, değer verdiğini söyleyebilir ki? Bu affın kapısını açar sadece… Hoş görülürsün cimriliğinden ötürü onda bir verince… İmanındaki eksiklik, cennete inanmazlık eserine bir mazeret bulursun belki de…

Ama onunla dolmak istiyorsan, Rabbin aynası, aşığı… O zaman hayatta kalmaktan ötesinden çekmelisin elini… Çalış, insanlığa hizmet et, ama Rabbin için… Onu yüceltmek için ve insanlara faydalı olmak için, güç toplayayım diye çalış. İbadettir bu. Ama bunu ölçülü yap ve bunun Rabbini unutturmasına izin verme. İşte namaz mükemmel bir ölçüdür. İşin Rabbinin davetinden önemliyse, işin artık Rabbin olmuştur. Düzenli namaz berat belgesidir. En sevdiklerimi bıraktım geldim, sana sevgim saygım daha çoktu, hiçbir şeyi senden önde tutmadım, ilah ve en yüce seni bildim… diyebilmenin belgesidir.

Eğer kalbin katı ise; acı çekerek, yumuşat kalbini. Kırılınca kalp içinden yağı dökülür, ısınır yanmaya başlar. Yanan da yumuşar. En sevdiğin mallardan hibe etmek Allah yolunda, aslında kırmaktır kendini. Birden yumuşar kalp. Yandıkça ışık çıkar içinden.  İşte o zaman çekil sessiz bir köşeye, Allah’ın nurunu içine çağır… “Kurban ettim nefsimi, isteklerimi, tevbe ettim kendimden” de. Varlık en büyük günahtır çünkü sonsuz olanın huzurunda. “Gel ben ol” de. “Bana dönüş” de. Dikkat et, sen ona dönüşmek isteme, onun tahtını dileme. Ki o taht insanların sultanlığıdır. Patronluktur, güzelliktir, zenginliktir.. Onlar Allah’ındır. “E bana ne kaldı” diye sorarsın belki… Sana kalan kulluktur. Keşke bilsen kulluk sırrını. Kral kralın düşmanıdır, ama kuluna aşıktır. Krallar savaş meydanında cariyeler süslenmiş bahçelerdedir.

NUR ÜSTÜNE NUR

Kalbim bir misbah, Misbah içinde Nur, Sabah gibi, Yıldızları söndürmeye geldim,

Zücc’acetin içinde bir Güneş! İnsanlığa HAKKI Haykırmaya geldim!

O Allah ki; Nur üstüne Nur, Haktan bahsetmeye değil, Hakkı mucizelerle göstermeye geldim.

İsmim Erdem’dir. Soyismim ÇetinKıyamet’e, Uyarmaya geldim.

“Hu-ccetinKayimMu(n)ta” da gizli zar benim soyismim.

Sağdan sola Erdem, soldan sağa Kaya’dan çıkacak Midra, bilirsen sırrını E.Metta’dır benim neslim.

Nida’sı duyulsun diye; Arzın tam ortasından; Yunus’un, aşkından, Hacı Bayram’ın, Taptuk Emre’nin yanışından…Musa’nın asasından, İsa’nın soluğundan, Muhammed’in mirasından, Abraham’ın; Brahmanda uyanışından, Buda’nın O eşsiz mantrasından;[1]

Batmayan bir güneşi getirdim.

Enok’tan gelen o haber ki; Altın ölçüyle ölçülmüş, Yeryüzünün Sırrı ortaya dökülmüş, Mucize üstüne, mucize verildim.

 

[1] Om mani padme Hum; Hint alfabesinde yazılan bu mantra yani en ünlü Budist zikrini Arap alfabesi yönünde soldan sağa okursanız “Muhammed api Nammu” okunur. “Nammu” Sümer’deki mutlak ve eşsiz ilk Tanrı’nın ismidir. “Api” ise r”uhun kaplaması yerleşmesi” manalarına gelir.

Benzer Yazılar

Yorum Bırak